Psi.Dan.Dr.Sevgi SEZER ÖZTÜRK
Dünyaya gelen her varlık, varlığını sürdürme güdüsünün hakimiyetindedir. Birincil amaç budur. İnsan yavrusu bu konuda bir çok canlıdan farklı olarak, çevresine bağımlı bir pozisyonda dünyaya gelir. Karşılaması gereken fiziksel ihtiyaçları-yemek, içmek, barınmak, uyumak gibi- ve geldiği yerle arasında bir güven bağı (aidiyet ihtiyacı: sevmek, sevilmek, paylaşma) kurma ihtiyacı vardır. İnsanlar arasındaki sosyal ve psikolojik farklar, doğal -doğuştan getirilen- farklılıkları dışında, çoğunlukla bu süreci nasıl yaşadıklarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Bunu şöyle de tarif edebiliriz; insanlar temel fizyolojik ihtiyaçlarının nasıl karşılandığı da içinde olmak kaydıyla, kendileriyle nasıl bir ilişki kurulduğunun ürünüdürler. Bu ilişkideki değer, sevgi, paylaşım öğelerinin düzeyi ve niteliği, bu yeni bireyin; sevecen-hırçın, neşeli- karamsar, saldırgan - sakin , güvenli- güvensiz, bağımlı-bağımsız kişilik özelliklerinden hangilerini geliştireceği üzerinde belirleyici etkiye sahiptir. En kritik yaş aralığı öncelik sırasına göre 0-1,5 yaş ve 0-6 yaş aralığıdır. Bireyin kendilik değerine ilişkin temel duyguları bu dönemlerde şekillenmektedir.
Buraya kadar 0-6 yaş aralığında çocukla kurulan ilişkide sevgi öğesinin varlığının önemi vurgulanmak istendi. Ama hepimizin sevgiden anladığı farklı olabilmektedir. Bazılarımız sevdiğimiz için; onu her türlü kötülükten korumak adına, bir fanusta büyütmeye kalkışırız, bazılarımız sevdiğimiz için; onun yerine her işi yaparız ki onu olası kazalardan, hastalıklardan koruyalım, bazılarımız sevdiğimiz için; geceleri uykusuz geçirir, kalkar da duymasam korkusuyla uykusuz geceler geçiririz, bazılarımız sevdiğimiz için; onun hangi müzik aletini çalacağına, hangi sporu yapacağına kendimiz karar veririz, bazılarımız sevdiğimiz için-onu disipline etmek için-; ona katı davranırız, sevgimizi gizleriz, şımarmasın isteriz, bazılarımız sevdiğimiz için; her istediğini yaparız, kulu kölesi oluruz, her konuda serbestlik tanırız.
Oysa bunların hepsi çocuk için faydalı olmayabilmektedir. Bu sebeple sevginin dozu , nasıl verildiği çok önemlidir ve sevginin ne ebeveynin ne çocuğun özgürlüğünü elinden almaması gerekir. İki taraf da bu ilişkiden beslenmelidir, zarar görmemelidir. Sevgi iki taraftan birinin itaatine dönüşmüşse o sevgi değildir, bağımlılıktır. O ilişkide bir sahip bir itaat eden vardır.
Fromm diyor ki “Sevgi bir soyutlamadır. Belki garip varlık, belki de kimsenin göremediği bir tanrıça. Gerçekte var olan sevme eylemidir. Sevmek yaratıcı bir etkinliktir. Bir insana (yada şeye), ilgi duymak, onu tanımak istemeyi, onu anlamayı, doğrulamayı ve onun yanındayken sevinç duyabilmeyi doğurur. Sevmek sevilen insanı ya da şeyi canlandırmak, onun yaşama duygusunu artırmak anlamına gelir. Aynı zamanda kişinin kendisini de canlandıran, yenileyen, ve hareketlendiren bir süreçtir.”(Erich Fromm, “Sevme Sanatı”).
Fromm’un sevgi tanımında, sevginin yaşam üreten bir eylem olarak tanımlandığı görülüyor. Hatta sevgi, yaşamın özü, varolmanın özü veya vazgeçilmezi olarak görülüyor. Daha doğrusu sevgi, hem beni hem sevdiği kişiyi daha canlı, coşkulu, yaratıcı yapabiliyorsa gerçek sevgidir. Fromm’a göre sevgi bazen “sahip omak”la karıştırılır ki bu yapılabilecek en büyük hatadır. Sahip olma tarzı bir ilişkide, kendinin kılmak, denetim altında tutmak vardır. Burada canlandırmaktan, hareketlendirmekten söz edilemez, onun yerine boğucu, kısırlaştırıcı bir eylem söz konusudur. Bu noktada kendi sevgi bağlarımızı gözden geçirmekte fayda var. Bu ilişkilerde “sahip olma” tarzında bir yolla mı ilişki kuruyoruz yakınlarımızla, onlar için yaptığımızı söylediğimiz fedakarlıklar, yaptığımız kısıtlamalar, aldığımız önlemler, onları daha çok var olmaya mı daha çok kendinden uzaklaşmaya, farkında olmadığımız kalıplarımıza uygun biri yapmaya mı götürüyor? Sanırım bu sorunun cevabını, ilişkilerimizdeki süreçleri ve sonuçlarını analiz ederek bulabiliriz.
20yy’ın en tanınmış mistikçilerinden olan Osho’ya göre ;
“Sevgi iki anlama gelebilir; bir anlamı ilişki olarak sevgi; diğer anlamı bir oluş hali olarak sevgidir. Sevgi bir ilişki haline geldiği an bir esarete dönüşür. Çünkü beklentiler vardır, talepler vardır, ve düş kırıklıkları vardır. Her iki tarafın da hükmetme çabaları vardır (Fromm’daki “sahip olma” tarzı). Bir de “oluş hali olarak sevgi” vardır. O senin basitçe sevdiğin anlamına gelir. O senin belirli bir şekilde olmanı, belirli bir şekilde davranmanı, belirli eylemleri yapmanı istemiyor. O hiçbir şey talep etmez, sadece paylaşır. Paylaşmadan da herhangi bir ödül için arzu yoktur. Paylaşmanın kendisidir ödül…. Bu nedenle unutmamanı istiyorum; hiçbir beklentiye sahip olma, sev, çünkü sevmek senin manevi gelişimindir.”
Görüldüğü üzere Osho için de sevgi hayatı yaratan zenginleştiren bir eylemdir. Karşılıksızlık özelliğine sahiptir. Sahip olmayı içermez. Fromm’da “sahip olma” olarak tanımlanan durumu “ilişki” olarak tanımlamış; ilişki ile karşılıklı alışverişin, beklentilerin olduğu bağımlı bir süreci anlatmıştır. Her ikisi de gerçek bir sevgi bağının olduğu yerde özgür iki bireyden söz etmektedir. Osho bu durumu şöyle açıklıyor: “Sevgi sadece özgürlük verdiğinde hakikidir. Kriter bu olsun. Sevgi sadece diğer kişinin mahremiyetine müdahale etmediğinde hakikidir.”
Yaşadıklarımızın bizi incitmediği, hatırladıkça yaşama sevincimizi artırdığı yaşantılar diliyorum hepimize.