Sevgi Sezer
[“İstediğim şey huzur, gürültü patırtı değil” diye devam etti Bay Golatkin, “Öteki insanlarla beraberken nasıl yaltaklanıp, yerlere kadar selam verilir bilmeniz gerekir…Bu toplumda sizden beklenen bir harekettir. Sözcük oyunları ve güzel iltifatlar yapmak zorunda kalırsınız, sizden bunları beklerler. Ama ben bunları beceremem doktor. Bu kurnazlıkları hiç öğrenemedim, öğrenecek zamanım olmadı. Ben basit ve sade bir adamım. Benim gösterişim yoktur. Bu durumda pes ederim yani kendimi bırakırım…DoktorRutenspitz, benim sizden saklayacak bir şeyim yok. Ben küçük bir adamım, bunu siz de biliyorsunuz amaküçük bir adam olmaktan utanmıyorum. Tam tersine doktor, açık konuşmak gerekirse ben küçük bir adam olmaktan gurur duyuyorum. Entrikacı olmamak bir başka gurur duyduğum özelliğim. Sinsiliğim yoktur, her şeyi gizlemeden açık açık yaparım. Oysa kötülük yapmayı da becerebilirim…Ama bu tür şeylerle kendime leke sürdürmem.”].
1846 “Öteki*”
F.M.Dostoyevski
Kime ve neye göre davranacağımız sorusunun pek çok kişiiçin cevabı çok basit olabilir; “Kendimize göre”. İdeal olup dilimize dolanan bu cevaba karşın, çoğu kişi için pratikteki cevaptopluma uygun olana göre davranmadır. Bunun dışında kalanlar zaten Bay Golatkin gibi bazı bedelleri göze alırlar.
Bir diğer soru insan zihni ve ruhu kendi ölçülerinde mantıksızlığa** ne kadar direnebilir? Mantıksızlığa direnenler ve mantıksızlığa alışanlar mı vardır? Birey olma yönündeki en büyük engel, büyürken görmezden gelmeye başladığımız mantıksızlıkların sayısında giderek bir artış olmasıdır. Bir diğer deyişle biryandan toplumsal bir birey olmaya çalışırken görmezden geldiğimiz mantıksızlıkların düzeyi ne kadar kendimiz olabildiğimizi ya da olabilemediğimizi de açıklar aslında. Burada asıl önemli olan da kimler mantıksıza uyum sağlama eğilimine diğerlerine göre daha fazla sahip olmaktadır, bunun kaynakları nedir? sorusu olacaktır.Kaynakları ilk çocukluk yıllarının anne-baba çocuk ilişkisine kadar götürülmesi gereken bir konudur. İktidarın ve toplumun ilk temsilcileriyle buluşmasında bağımlı pozisyonda olan çocuk, ilgiyi sürdürmek ve temel ihtiyaçlarını gidermekiçin neyi feda etmektedir? Feda edilen öz benliğidir (bkz.ArnoGruen “Empatinin Yitimi”). Her birey için kendisi olabilme ve toplumsal bir birey olabilme temel dilemmasıile başaçıkma süreci, bazen daha çok kendi olmaktan bazen daha çok toplumun istediği gibi biri olmaktan yana ya da iki arada bir derede çatışmalarla ilerlemektedir. Gerçi bireyin gerçekten ne kadar kendisi olabileceği bir başka tartışma konusudur. Bir toplum ne tür bireylerden oluşursa o toplum daha sağlıklı bir toplum olacaktır?HeinrichMann’in tarif ettiği DiedrichHesssling gibi itaatkar bireylerden oluşan bir tebaa mıdır gerekli olan? İnsanlık bunları denedi ve sonucun ne olduğu da açıktır. Mantıksızlıklaragöz yummanın/kayıtsızlığın iyice arttığı tam da kayıtsız şartsız itaat eden çoğunluğun bu yönde davrandığı bir toplumu düşünelim -Gruen’e göre günümüz uygarlığı tümüyle bu bağlama girmektedir- Bu toplumda, çıkarılacak yasalar ve göz yumulacak haksızlıklar ve yanlışlıklar da o kadar büyük olmayacak mıdır? İrrasyonel bir iyilik haliyle yaşanan bu toplumda felaketler hemen geçiştirilir, kötü haberler ucuz iyi haberlerin gölgesinde kalır, medya sanal iyilik halini destekler, bu çoğunluğun da işine gelir, ekonomik büyüme ihtimaline karşın bu toplumda, eğitimde, sağlıkta, hukukta insan lehine değil güçlü lehine uygulamalarıyla dikkat çekecektir. Bu toplumda insan iradesine, temel insani değerlere kafa yoran, bireysel mutluluğu ile birlikte toplumsal mutluluğu da önemseyen,Kohlberg’in ahlaki gelişim çizelgesinin “evrensel değerler” aşamasında olan, bireyleri hastaneler ve hapishanelerle gündeme gelir. Çok mu karamsarca? Hiç değil, dozu rahatlıkta gerçeklikten besleyerek artırabiliriz. Böyle bir toplumda, bireyselliğini, sağduyusunu, duyarlılığını korumaya çalışan, zihni üzerindeki fikir üretme iradesini kaybetmeyen, yani sorgulayan bireylerin durumu ne olacaktır. Bir kısmı için; “ben de bir bozukluk mu var?” en çok sordukları soru olacaktır. Çünkü sürüden her kopuş,beraberinde yalnızlığı, itilmişliği ve kendinden şüphe duymayı getirecektir. Bu yol “Bay Golatkin olmaya” götürebilir. Bay Golatkin, kendini artık ifade edemediği diğerleri ile anlaşamadığı noktada, zihinsel olarak kendinden bir tane daha:“öteki”yiyaratıp, böylece toplumdaki bütün kuralları iyi bilen ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bu yeni Golatkin’le hem başa baş mücadele etmeyi hem de onlardan biri olsaydım nasıl olurdumun cevabını bulmaya çalışır. Bir başa çıkma mekanizması mıdır; evet. Normal midir? Bu toplum gerçeğinde “Delilik” olan bu durum, bir birey olarak dürüst, başarılı ve sevilen bir insan olma gibi niteliklerine ve çabalarına karşın, o toplumun kendisinden beklediği başka özellikler olan kurnazlık, hırslı olmak, başkalarını memnun etme, güçlüye tartışmasız itaat, güçlüden yana olan bir durumu sorgulamama gibi niteliklere sahip olmadığı sürece Bay Golatkin’inne çalışkanlığı, ne dürüstlüğü ne yardımseverliği o toplumda birer erdem olarak görülecektir. O artık bir delidir ve hastanaye yatırılmalıdır, bazılarını da hapishaneye kapatırız. O bu haliyle zayıf, uyumsuz, hassas, kaygılı, ürkek, saf,başarısız olandır, elenmelidir. Bu toplumda evrim bayGolatkin’den değil karşısındakilerden yani mantıksızlıktan/saçmadan yanadır. Günümüzde birçok örnekleriyle de gördüğümüz gibi. Evrim güçlü olandan yana iken bu güçlünün kötü olmasına, zulüm eden olmasına, olayları kendi çıkarları için dönüştüren olmasına engel değildir. Bugünün toplumlarında güçlü; kapitali elinde tutandır, yani sermaye sahibidir, adalet onun izin verdiği kadar vardır, orta ve alt sınıf onunkararlarının etkisi altındadır. Yığınları ekonomik olarak kontrol ettiği gibi psikolojik olarak da kontrol edebilme gücüne sahiptir, medya onun elindedir, eğitim onun elindedir, sağlık ve hukuk onun elindedir. Hastaneleri ve hapishaneleri onun mantıksızlıklarına dayanamayanlarla doludur, onlar burada terbiye edileceklerdir, haktan ve hukuktan yana insanlar olacaklardır! Modern psikiyatri bu toplumların ürettiği hastalıklı kişilik yapılarını -bu toplum bağlamında öyledirler-, toplumun normlarını yani normalini kriter alarak teşhis koyar. Bay Golatkin’in yaşadığı durum bugün bir psikiyatriste gitse “Disosiyatif Kimlik Bozukluğu” olarak tanımlanabilirdi. Moderrn psikiyatride dissosiyatif kimlik bozukluğu olan kişiler iki veya daha fazla farklı kişiliğe sahiptir ve her birinin tutum ve davranışları dominant kişilik tarafından belirlenir. Temel dilemmasını çözemeyen Bay Golatkin çareyi kendisinin ötekiler gibi olan bir “öteki”sini yaratmakta bulur. Yani modern psikiyatrinin bir diğer tanımıyla bir parçasını paylaşılmış psikoza feda eder. Bu bize Kafka’nın “Dönüşüm”ündekiGregor Samsa’nın bir sabah kendini büyük bir böceğe dönüşmüş olarak bulmasını hatırlatır. “Dönüşüm” için yapılan yorumlar da “toplumun farklı olana yaptığı muamele” etrafında toplanır. Bay Golatkin kendisi olmaya çalıştıkça, istediği ilgiyi, sosyal ortamı elde edememektedir. Ama yalnız olmak da istememektedir. Diğerleri gibi olmaya çalıştıkça her şeyi eline yüzüne bulaştırmaktadır, çünkü yapamamaktadır. “Öteki” sevilen, diğerlerinin arasına katılan, onlarla eğlenen, onların davetlerine katılan, terfilerini alan, oyunu kurallarına göre oynayan bir Bay Golatkin’dir, aslında çoğunluk gibi biridir. Romanda iki Golatkin arasındaki ya da sahte ve gerçek benlik arasındaki mücadeleyi görürüz. Çok erken bir sezgiyle değişen toplumsal yaşamın insanlar üzerinde yaratacağı bunalımı Dostoyevski bu karakterle çok güzel gözler önüne sermektedir.
Bu karakterlerin temel çelişkisinde olduğu gibi toplum tarafından verilen temel düstur “Farklı olmayacaksın!” dır. Farklı olmadığın ve oyuna katıldığın sürece bir gün diğerleri gibi senin de büyük bir evin, güzel bir araban ve iyi bir eşin olabilir. Asıl hedef ve başarı kriteri budur. Mutluluğa da ancak bu yolla erişilebilir.Bu kriterlerin dışında kalmak beraberinde yalnızlığı, değersizleştirmeyi getirmektedir. Ancak bir doğrudan(o toplumda kabul edildiği haliyle) bütünün mutluluğuna gitme çabası yolda ağır zahiyatlar verdirir, ama başaranlar (!!!) vardır ya işte o küçük azınlıkların önünde hep modeldir. Bu her gün tv kanalları ve eğitim yoluyla beyinlere kazınır. Mutluluğun formülü açıktır; çok çalış (sadece fakir olanlar ve orta sınıf için geçerlidir, çünkü kontrol edilmesi gereken yığın da onlardır) er geç sen de zengin ve güçlü olacaksın, öyle olduğunda da geride bıraktıklarını düşünme, daha zengin olmak için neler yapacağına odaklan, irtifa kaybetme! İşte sonuç; mutluluk???Yani hissiz, bencil, pragmatik olmak ve böyle olan sınıfın mensubu olabilmek. Mutluluğun tanımı gerçekten çok basit “sahip olmalarını artır!” (bkz:ErichFromm “Sahip olmak ya da olmak”). Bu yoldaki engelleri ortadan kaldır, nasıl yaptığın önemli değil!
Bay Golatkin kendisi olma yolunda, kendisi olamadığı noktada, başkası olmaya çalıştı, olmak istemediği şey olmak Bay Golatkin’in ruhuna teselli vermedi ve damga vuruldu; “deli, dengesiz, uyumsuz, akıl hastası”.Laing’in “Bölünmüş Benlik” kitabını çeviren Selçuk Çelik’in önsözde dediği gibi: “Deli sağlıklı bir toplumun garip davranan sağlıksız bir bireyi değildir.Sağlıksız bir topluma sağlıklı bir tepki vermektedir ve belki de söyledikleri (metafizik anlamda) gerçekliği simgelemektedir.”Laingbenzer şekilde hayatın tüketen diyalektiğine kendince bir çözüm olarak 'hastaların' deliliğiyle sağlıklı bir tepki verdiğini savunmuştur.Uygarlık, zehrini her gün yeni canlara zerk etmektedir, kendisi olmak yolunda deli damgası yemek ya da gerçekten delirmek kendi özünü korumak isteyenlerin kaderi olmaktadır ne yazık ki. Sonuç: uygarlık bireyin kendini gerçekleştirme mücadelesinde, bireyden değil toplumdan, toplumsal çıkarlardan yana durarak bireyi feda etmektedir. Dostoyevski’nin çok daha önce gördüğünü Freud’un bir sözüyle noktalayabiliriz; “Uygarlığın bedeli nevrozlardır”.